bugün

entry'ler (34)

üniversitede felsefe bölümünü okumak

Okuyanların yüzde doksanının felsefeyle ilgisi temsilen şu şekildedir:

https://youtu.be/oTcxhqRumkE

günün tek cümlelik özeti

Hiç yaşanmamış olsaydı da olurdu.

gerçeği görmek istemezsin çünkü

Onunla ne yapacağından bihabersindir.

say yayınları

Platon çevirileri Türkçe katili olan yayın evidir.

hayatın acımasız bir yer olması

bu yaklaşıma göre Merhamet 'insan zekasının geliştirdiği empati yeteneğinin ürünü' oluyor da, 'acımasızlık' neden salt mutlak bir gerçeklikmiş gibi kabul ediliyor orasını anlamadım. nihayetinde birisi pozitif bir duygulanıma gönderimde bulunuyorken, diğeri yalnızca bunun negatifini ima ediyor. ya da şunu sormazlar mı insana: '' hayatın acımasız bir yer olmaması gerektiği fikrini size kim verdi?'

bu soru da sizi ister istemez ahlakın ontolojik kökenine dair soruşturmaya iter. ama eğer kişi çıkıp da bu örnekte olduğu gibi ahlakı tümüyle evrimsel; biyo-psikolojik kökenlerle izahat denemelerinde bulunursa, en nihayetinde onun sağlam bir gerçekliği olmadığını kabul etmek zorunda kalır. çünkü ahlakı bütünüyle 'doğalcı' bir zeminde temellendirmeye çalışmak, önünde sonunda onun bir tür uzlaşımsal reel-olmayan varsayımdan ibaret olduğunu itiraf etmeye varmakla sonuçlanacaktır. kısacası saltık bir nesnel değerler alanının varlık imkanını reddederseniz, hiçbir şekilde normatif önermede bulunma hakkınız yoktur demektir. ve evet, üzgünüm ama 'hayat acımasız bir yerdir' önermesi de buna dahildir.

lysis

Platon'un gençlik dönemi diyaloglarından birisi. Dolayısıyla 'aporetik' bir diyalogtur; herhangi bir çözüme kavuşturulmadan sona erer. Tartışmanın tematik kavramı 'dostluk'tur. (philia) kavram önce herkesçe bilindik, alışılageldik argümanlardan yola çıkılarak temellendirilmeye çalışılır, akabinde de bunların her biri sokratik diyalogların doğasına uygun bir biçimde 'aporia' durumuna; yani işin içerisinden çıkılmaz, çözülemez bir problematik konumuna getirilmek vasıtasıyla çürütülür.

ayrıca Diyalog içerisinde şöyle hoş bir grek özdeyişi de aktarılır;

''Hep bir Tanrıdır iten benzeri benzerine.'' (214b)

derealizasyon

"hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. anlatamıyorum. bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi."

Sartre, bulantı'da tam da bu cümlerle konuşturur Roquentin'i. Bir derealizasyon atağının, fenomenolojik ve nispeten de edebi bir betimlemesi yapılmak istense, bundan daha vuzuhu ve güçlüsünün tasviri epey güç olurdu sanıyorum.

Öznenin, kendi bedeninin de bir parçasını oluşturduğu uzam, mekan ve zamana karşı mutlak bir yabancılık duygusuna kapılması; bu duygunun tüm algı boyutları üzerinde egemenlik kurması onu en nihayetinde bedeni başta olmak üzere -ki bu da depersonalizasyondur- tüm fiziksel çevreyi ihtiva eden eşyaya karşı bir tür anlam aşımına uğratması demektir. Psikoloji, bir tür algı bozukluğu olan bu duygu-durumu kısaca 'derealizasyon' olarak sınıflandırır ve genellikle tek başına bir bozukluk olmaklıktan ziyade yan-semptom olarak saptandığını ve üretildiğini düşünür. Sözgelimi, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu, major depresyon gibi ana faktörlerin bir yan ürünü olarak görmeye eğilimlidir. Dolayısıyla bu esas sebep saydıkları olgular ortadan kalktığında, bu bozukluğun da kendiliğinden bertaraf olacağı düşünülür. Fakat bu yaklaşım, sözkonusu algı çarpıklığının mahiyeti üzerinde bir soruşturma imkanını kısırlaştığı gibi onun gerçekten bir 'yan-semptom' olduğuna karşı bir kanıt da sağlamaz. Bununla birlikte bu tür algıda bozuklukların tıbbı-biyolojik modelin hakimiyetindeki dar psikiyatrist yöntemlerle salt bir beyindeki deformasyona indirgenmesi ve böylece anti-depresan türevi ilaçlarla diğer olası sebepler göz önünde bulundurulmaksızın durumun bir çözüme kavuşturulabileceği de kesin bir temelden yoksundur.

Dolayısıyla Psikoloji, Derealizasyon ve çoğunlukla ona eşlik eden depersonalizasyon gibi yeterli gözlem ışığında aydınlatılmamış birçok algı rahatsızlığını artık neredeyse geleneksel kalıplar haline gelmiş terminolojisinden hareketle açıklamaya devam ettikçe duyum ve algı alanındaki potansiyel çalışmaları yavaşlatacağı gibi yanlış, eksik ya da kâfi temellerden yoksun tedavi uygulamalarına da açık kapı bırakmaya devam edecektir.

ateistlerin aptalca genellemeleri

Büyük soruların kısa ve net cevaplarla açıklanabileceği gibi safdil bir ön varsayıma dayanan genellemeler kullanırlar çoğu zaman. iki üç basit argüman öne sürüp her şeyi çözdüklerini zannederler kendilerince. Psikolojik vakadır çoğu; ailesinden, yakınlarından ya da sosyal çevresinden gördüğü dini istismarın körüklemesiyle hareket ederler. Bu güruhun aklına ilahiyat (teoloji) denilince de Kur'an, hadis, siyer vb.den başka bir halt gelmez de zaten çoğunlukla. sığ bakış açıları dolayısıyla avamın tamamınca benimsenen ve birkaç lümpen beyinli kanaat önderinin sattığı sözümona din yaklaşımını tek alternatifmiş gibi kabul eder, buradan hareketle de bütün bir dini literatüre değersiz gözüyle bakıp basit ezberlerle veryansın ederler. Bu tiplemeler Bilimi tek realite unsuruymuş gibi gördüklerinden dolayı felsefe cahilidirler de aynı zamanda. Bu kesimin bilim lügatları da evrim ağacı türevi popüler yayınlardan ve Darwin,Hawking gibi muayyen sabit isimlerden öteye ulaşmaz. Tefekkürde bulunmayı geçtim, basit bir akıl yürütme zincirini dahi ardı arkasına kadar götürmekten aciz olduklarından dolayı, başlıkta konu edilen basit birkaç genelleme cevabın arkasına sığınır, tıpkı o sabah akşam gömdükleri, aşağıladıkları ve alay ettikleri dindar kesim gibi kendi söylediklerinin ve 'inandıklarının' sorgusuz sualsiz doğru olduğunu düşünerek vicdanlarını okşar, egolarını tatmin eder ve uyuşuk bir rahatlık içerisinde sürünür giderler.

Edit: Sahip olduğu kanaate hatırı sayılır bir düşünüm, araştırma ve malumat birikimi sürecinin sonucunda ulaşmış ve en nihayetinde bulundukları durumun bir 'hakikat' noktası değil; fakat bir 'inanç' konumu olduğunun farkında olacak kadar aklı selim ateistler tenzihimdir.

zen

t: kökeni hindistan olup daha sonraları budizm aracalığıyla çin'e aktarılmış mistik disiplin.

uyduruk new age akımlarına alet edilmemiş sağlıklı bir giriş için :

https://youtu.be/PUCBOTMNM20

sigmund freud

Eserlerinde menbaını cinsel güdüleme indirgediği her türlü sevgi çeşidinin yönelim nesnesinden bahsederken -söz konusu olan çoğunlukla bir 'özne' de olsa- işgüzar bir kararlıkla 'obje'(objekt) sözcüğünü tercih eden psikanalist.

joseph goebbels

"Artık tek bir kitap için ölmeye hazır milyonlarca insan bulmanız çok zor. Ancak ilkeleri uğruna ölebilecek milyonlarca insan bulabilirsiniz."

Şüphesiz artık günümüz toplumlarında aklını kaçırmış birkaç yüzbin hastalıklı mahluk dışında bunu da bulamazsınız; fakat sırf birey olmanın getirdiği ağır sorumluluklardan ve kimlik inşasının o özen isteyen yolculuk sürecinden insiyakla kaçındığı için aklını,benliğini ve iradesini, hazır bulduğu her türlü kolektivist oluşuma adeta peşkeş çekerek bir birey olmayı dahi beceremeyen, kendini uyduruk siyasi-sosyal gruplar üzerinden tanımlamayı bir halt zanneden milyonlarca insanın hayatını bir başka boyutta feda ettiği olgusunu hâlâ bulabilirsiniz.

hristiyanlık ilkel bir ortadoğu masalıdır

her platformda olduğu gibi burada da hemen dinler tarihi uzmanlarının üşüştüğü başlık. evet arkadaşlar haklısınız, bütün dinler yalan, uydurma, masal; hatta rivayete göre kur'an'ı meddahlar, incil'i la fontaine, upanişadları da beydeba yazmış. gerçi muhtemelen hepiniz ihtisasınızı harvard teoloji fakültesinde tamamladığınız için bunları herkesten çok daha iyi biliyorsunuzdur. gerçekten bravo, aferin, hepiniz büyük birer aydınlanma savaşçısısınız.

wu wei

genellikle ''eylemsizlik'' (non- action) şeklinde tercüme edilse de eylemsizlik vurgusunun salt edilgenliğe gönderimde bulunduğu şeklinde anlaşılmaması gereken Taocu felsefe terimidir. ''Wu wei'' önermesinin temel ifadesi ve Eylemsizlikten kastettiği şey; her daim akış içerisinde bulunan doğal kozmik süreçten yoz ve aykırı biçimde faaliyette bulunmaktan kaçınmaktır esasında. Hiçbir şey yapmamak veya atalet halinde sıkışıp kalmak değil; her şeyin doğası ve mizacıyla tıpatıp bir uygunluk hâli içerisinde salınmak ve böylelikle de tâbii bir dinamizmle birlikte eyleyerek dinginliğe ulaşmaktır.

Çin felsefesinde ''mutlak hareketsizlik'' anlayışının neredeyse hiçbir karşılığı olmadığı dikkate alındığında bu tip bir moral görüşün düşünce dünyalarında yer edinmesinde abes olan bir durum olmadığı gibi kapitalist Batı medeniyetinin adeta düstur edindiği sınırsız ilerleme, gelişim ve devinim kavramlarına; mütemadiyen değişmeyi ve yeniliği salık veren, kalıcılıktan ve yerleşiklikten hoşlanmayan akışkan toplumsal tanzimlerine aşina olan bizler için idrak edilmesi güç; kadim doğu uygarlıklarının düşünsel- teolojik sükunuyla yakından ilişkili görüşlerinin yalnızca bir parçasıdır.

hukema

Yunan felsefesini islamileştiren mütefekkirlerin kendilerine taktığı ad, 'feylesof'.

george wilhelm friedrich hegel

'' Dünyanın nasıl olması gerektiğini öğretmek iddiası üzerine bir söz daha söyleyelim: felsefe bu konuda daima geç kalır. Dünyanın düşüncesi olarak, felsefe, ancak realite oluşum sürecini işleyip bitirmiş olduğu zaman ortaya çıkar. Kavramın öğrettiğini, tarih aynı zorunlulukla gösterir: ancak varlıkların olgunluk çağındadır ki, ideal, reel'in karşısında boygösterir ve aynı dünyayı cevheri içinde kavradıktan sonra, onu bir fikirler âlemi şeklinde yeniden inşa eder. Felsefenin soluk rengi solgun zemine vurduğu zaman, hayatın bir tezahürü ihtiyarlık günlerini tamamlıyor demektir. Felsefenin soluk rengiyle, o gençleştirilemez, sadece bilinebilir. Minerva'nın baykuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar. ''

Hukuk felsefesinin prensipleri, sf 31.

ölümü merak etmek

Nüvesinde sûkunu ve geçiştirmeyi barındıran donuk bir merak biçimi. En nihayetinde insan her düşünceyi taşıyabiliyor doruklarına dek de bir ölüm karşısında tutuluyor ağzı dili; Öyle Bir kavram ki ne müdrike ne de muhayyile ulaşabiliyor derinliğinin sınırlarına.

korku ve titreme

Kierkegaard'ın tüyler ürpertici derecede bir müessirliğe sahip yapıtının adıdır.

"Kim güç verdi ibrahim'in koluna? Kim kaldırdı sağ elini ki gevşeyip yanına düşmedi? Bu sahneyi gören, felç olur. Kim ibrahim'in ruhuna güç verdi ki gözleri ne ishak'ı ne de koçu göremeyecek denli kararmadı? Bu sahneyi gören, kör olur."

nicolai hartmann

Spinoza ve Hegel'den sonra belki de en büyük ontolojik yapıyı kurma girişiminde bulunmuş; bununla da yetinmeyip geçmişteki kapalı, sistemci ve spekülatif metafiziklerin açıklarını, kusurlarını bir bir tahlil etmiş, Kant'ın metafizik üzerine ortaya attığı düşüncelerle büyük bir itinayla hesaplaşmış, ontolojinin sağladığı güç ve ufuk vasıtasıyla insanın değerler alanını tesis ederek etik'i relativizmin ellerinden kurtarmış ama gariptir ki tüm bunlara rağmen bir Heidegger kadar dikkatleri üzerine çekmeyi başaramamış, hak ettiği önemden yoksun bırakılmış -aksi tavırda durduklarından, kendisinin de bizzat öğrencisi olan takiyettin mengüşoğlu'nu ve kendisinin değerler öğretisini geliştiren ioanna kuçuradi'yi tenzih etmeli- Yeni-ontolojinin kurucusu, büyük alman filozof.

''...Eski dünya görüşlerinin hepsi dünyayı küçülttüler. Yeni ontolojinin ilk işi bu yapma engelleri ortadan kaldırmak, dünyanın büyüklüğüne yönelen bir görüşü kazanmaktır.''

ismet özel

Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmış yumruğumu ısırarak
buna benzer bir şeyler söylemiştim
milât yok
demiştim, milât yer almayacak hayatımızda

phaidros

Platon'un aşk, güzellik ve retorik konularını ele aldığı poetik diyalog.

"Gerçek varlıkların görüntüsüne yakın bir zamanda tanıklık etmeyen ya da yozlaşan bir insan, yeryüzünde aynı adı taşıyan [güzelliği] gördüğünde hemen buradan yukarıya yükselemez ve ona baktığında saygı duymaz. Bunun yerine dört ayaklı hayvanlar gibi hazza teslim olur, cinsel ilişkiye girmeye ve üremeye çalışır." (251a)